Anadolu’ya elektrik diğer Avrupa ülkelerine nazaran çok daha geç gelmiştir. Elektrik 1878 yılında günlük hayatta kullanılmaya başlanmış, dünyada ilk elektrik santrali 1882’de Londra’da hizmete girmiştir. Ülkemizde ise ilk elektrik 1902 yılında Mersinin Tarsus ilçesinde sadece sokak aydınlatılmasında kullanılmıştır. Elektriğin 30 yıl kadar geç bir sürede gelmesi sanayinin gelişmesini engellemiştir. Sanayinin gelişmemesiyle çağa ayak uyduramayan Osmanlı Devletinin çöküşü dahada hızlanmıştır.
Osmanlıda Elektriğe İlk Adım
İstanbul’un elektrik enerjisine kavuşması için ilk adımı 1878 tarihinde bir Fransız şirketi adına Mösyö Şarl Tokas tarafından yapılmıştır. Mösyö Şarl Tokas o dönemki Bayındırlık Bakanlığı’na yapmış olduğu müracaatta bütün Avrupa şehirlerinin Japloskov usulü elektrikle aydınlatıldığını ancak değerli bir şehir olan İstanbul’un ise hâlâ gaz ile aydınlatılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir. Bu itibarla Mösyö Şarl Tokas İstanbul’u aydınlatmak için 50 yıllık bir imtiyaz veya 5 senelik tecrübe çalışmasına müsaade olunmasını istemiş ve kendisiyle 6 maddelik bir anlaşma yapılmıştır. Anlaşma uyarınca;
- Mösyö Şarl Tokas’a İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerinde tecrübe edinmesi için 5 senelik bir hak tanınması,
- Devletin memnun kalmaması halinde veya kabul etmemesi halinde herhangi bir tazminatın ödenmemesi,
- Padişah tarafından iradenin çıkması durumunda 6 ay içerisinde faaliyete başlanması,
- Avrupa’dan gelecek malzemelerin bir defaya mahsus gümrük vergisinden muaf tutulması,
- İstanbul’dan başka Üsküdar, Selanik, Edirne, Sinop, Konya, Tarsus, İzmir, Bursa şehirlerinde de masrafı kendilerine ait olmak üzere 4 sene müddetle yapacakları denemelerde Devlet tarafından himaye edilmeleri kabul edilmiştir.
Mösyö Şarl’ın önergesi ve varılan antlaşma Bayındırlık Bakanlığı tarafından yazılan bir teskere ile genel kurula gönderildi. Teklif burada da görüşülerek bazı değişiklikler yapılmak suretiyle kabul edilip, padişahtan da gerekli irade alındı ancak bu durum bir teşebbüsten öteye geçememiş ve yapılan görüşmeler sonucunda bu teşebbüs olumsuz sonuçlanmıştır. İstanbul’da elektrik imtiyazı hususunda yeni bir talep uzun zaman gelmemiştir. Ülkemizin elektrik enerjisiyle çok geç tanışmasından ve elektrik endüstrisinin yavaş gelişiminden dolayı ülkemiz ekonomik ve sosyal olarak elektrikten gerektiği gibi faydalanamamıştır.
Osmanlıda Elektrik Kullanımının Gecikmesinin Nedenleri
İstanbul’a elektriğin geç ulaşmasında havagazı şirketlerinin rolü olmuştur. Çünkü bu şirketler elektriğin aydınlatmada kullanılmasını imtiyaz haklarına tecavüz olarak görmüşler, bunu engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak elektrik enerjisinin bünyesinde barındırdığı faydaların artık ihmal edilemez boyutlara ulaşması hükümeti bu yönde bir adım atmaya itmiştir. Hükümet, İstanbul’a elektrik temini için bir santral ve lüzumlu dağıtım tesislerinin kurulmasına karar verdi. Beyoğlu Gaz Şirketi’nin ihtiyaçlara cevap verememesi üzerine elektrik imtiyazını engellemeye çalışması dikkate alınmamıştır.
o dönemde Osmanlı hükümeti merkezi Budapeşte’de olan Macar “Ganz Anonim Elektrik Şirketi” ne 50 yıl süre ile İstanbul’un elektrik dağıtım hakkı vermişti. İstanbul’a elektrik erken gelirse havagazına râbet azalacaktı. Bu da havagazı şirketlerinin menfaatlerine ters düşmekteydi. Bundan dolayı havagazı şirketleri İstanbul’da elektriğin kullanılmasını istemiyorlardı.
Osmanlı Devletinde ilk elektrifikasyon çalışmaları Sultan II. Abdülhamit döneminde 1876-1909 yılları arasında başladı. Sultan II. Abdülhamit: eğitim, sağlık, imarethane, posta, telefon, telsiz, demiryolu gazhane, rıhtım vb. konularda ülkemize önemli hizmetlerde bulunmuş ancak, elektriğin ülkemize getirilmesinde hep çekimser kalmıştır. Bu çekimserliğinin bazı nedenleri ise şunlardır:
Elektrikten Kaynaklanacak Yangınlar
O yıllarda İstanbul’daki binaların neredeyse tamamı ahşaptı. Ayrıca İstanbul, konumu gereği her yönden rüzgâra açık bir kenttir. Bu duruma halkın cehaleti ve tulumbacıların da yetersizliği eklenince İstanbul’da çıkacak bir yangının kontrol edilmesi neredeyse imkânsız hale gelecektir. Dolayısıyla, Sultan II. Abdülhamit, elektrikten kaynaklanan en küçük bir kıvılcımın ahşap binaları kolayca tutuşarak İstanbul’un büyük bölümünü küle çevireceğini, önemli ölçüde can ve mal kaybına neden olacağını düşünmekteydi. Sultan II. Abdülhamit, kendi saltanatından önceki yıllarda İstanbul’da çıkan büyük yangınları düşündükçe endişesi daha da artırıyordu. Ayrıca, Sultan II. Abdülhamit elektrik yüzünden İstanbul’da çıkacak bir yangının muhalifleri tarafından aleyhine kullanmasından da çekinmekteydi.
Dinamo Kelimesinin Dinamiti Çağrıştırması
Dinamo, mekanik enerjiyi içindeki mıknatıs ve bobin sayesinde elektrik enerjisine dönüştüren bir makinedir. Dinamonun çalışma prensibi ilk olarak, 1831 yılında İngiliz bilim adamı Faraday tarafından ortaya konulmuş, 1867’ de Werner Siemens dinamoyu icat ederek dinamodan elektrik üretimini gerçekleştirmiştir. Daha sonra Gramme ve Tesla, Siemens’ in çalışmalarını daha da geliştidiler.
18. yüzyılın başlarında Avrupa’nın çoğu ülkesinde elektrik üretmek için kullanılan dinamo’nun ülkemizde ne işe yaradığı pek bilmiyordu. Dolayısıyla, yeniliğe karşı tepki gösteren bazı çevrelerin kastlı söylemleri; ‘’dinamo’’ sözcüğünün ‘’dinamit’’ kelimesi ile çağrışım yaptığını, dinamonun da ‘’dinamit’’ gibi tehlikeli bir madde olduğu söylentilerini çıkarmaları halk üzerinde etkili oldu. Belki bu yüzden, Sultan II. Abdülhamit, o zamanın en modern binası Tarabya Oteli’ne elektrik dinamosu konulmasına izin vermemişti. Hatta öyle ki, o dönemde Tarsus’a kurulacak dinamo’nun önce İstanbul’a kurulması düşünülmüş ancak, Sultan II. Abdülhamit bu teklifi reddetmesi nedeniyle İstanbul’da elektriğin kullanılması gecikmiştir.
İstibdat Dönemi
Sultan II. Abdülhamit’i endişeye sokan bir neden de İstanbul’un asayişi ile ilgilidir. Bilindiği gibi İttihatçılar II. Abdülhamit dönemine “Devr-i İstibdâd” (İstibdat Dönemi) adı veriyorlardı. Sultan II. Abdülhamit Meclis’i kapatarak yönetimi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurmuştur. Çok sayıda hafiyeden oluşan bu örgütün amacı Sultan II. Abdülhamit’in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Sultan II. Abdülhamit’e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamit yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, böylece her türlü hareketin önü önceden kesilmiş oluyordu. Eğer İstanbul’a elektrik gelirse İstanbul şehri geceleri de aydınlatılacak bu da insanların hareketliliğini geceye taşımasıyla kontrolün güçleşmesine yol açacaktır. Bu yüzden elektriğin geceleri kullanılmaması İstibdat yönetiminin bir tedbiri olarak düşünülebilirdi.
Eğitimsizlik
Başka bir neden, halkın elektriğin kullanılmasındaki bilgisizliğidir. Amerika’da başlangıçta güvenlik yönetmeliklerinin eksikliğinden dolayı alternatif akım çoğu ölümle biten kazalara neden olurken, alternatif akımın tehlikesini kanıtlamak için ölüme mahkûm edilenlerin darağacı yerine elektrikle idam edilmelerini öngören bir yasa tasarısı meclise sunuldu. Tasarı 1888 yılında New York eyaletinde yasalaştı. Bu durum halk tarafından yalnız alternatif akım için değil elektriğin tümü için tehlike olarak algılanmıştır. Bilindiği gibi, o yıllarda mühendislik tahsili için Avrupa’ya gönderilen öğrenci sayısının azlığı, bu işten anlayan teknik eleman sayısının yetersizliği ve halkın elektrik kullanılmasındaki bilgisizliğinin ölümcül kazalara neden olacağı da etken olabilirdi.
Osmanlıda İlk Elektrik Kullanımı
Anadolu’da elektrik enerjisi ilk kez 1902 yılında İçel’in Tarsus ilçesinde kurulan bir hidroelektrik santralıyla üretilmeye ve kullanılmaya başladı. O dönemde Tarsus Belediyesi’nde çalışan Avusturyalı Dörfler tarafından, 15 Eylül 1902 yılında, Berdan Nehri Bentbaşı mevkiinde kurulan hidroelektrik santralı, transmisyon kayışı ile 2kW’lık bir dinamoyu çevirerek, buradan elde edilen elektrik enerjisini Tarsus’a vermeye başladı.
Üretilen elektrik enerjisi ile ilk zamanlar Tarsus’un sokakları aydınlatıldı. Daha sonra ise diğer evler de elektrikten yararlanmaya başladı. Bu dönemde evlerde elektrik düğmesi olmadığı için lambalar, santralden şartelin indirilmesiyle kapatılabiliyordu. Daha sonraki tarihlerde bu santrale ilaveler yapıldı ve Tarsus’un ışığa kavuşması, Türkiye tarihinde bir dönüm noktası olarak yerini aldı.
İstanbulda Elektriğe İlk Adım
Osmanlı İmparatorluğu’nda elektrik üretim ve dağıtımının yapılabilmesi için öncelikle 10 Haziran 1910 tarihli “Menafi-i Umumiyyeye Müteallik İmtiyazat” adlı mevzuat hazırlanmış, bununla birlikte bir santral kurulması için devlet tarafından ihale açılmıştı. Bu ihaleyi Avusturya-Macaristan sermayeli “Ganz Elektrik Şirketi” kazanmış ve devletten elektrik üretim-dağıtım imtiyazını Rumeli cihetinde 50 yıl süreyle satın almıştı.
Ganz Şirketi, İstanbul merkezli olarak “Osmanlı Elektrik Anonim Şirketi” adıyla Haliç’te kurumsallaştı. Başkente elektrik verilmesi için çalışmaya ve etütler yapmaya başlayan şirket, burada hidroelektrik üretimi için uygun su kaynağı bulamayınca kömür yakıtlı bir tesis kurulması yönünde karar aldı. Plana göre santral Haziran 1913’te tamamlanacaktı. Ancak Balkan Savaşı ve Eylül 1913’te meydana gelen selin meydana getirdiği hasar nedeniyle bu süre uzadı. Neticede İstanbul’un elektrik ihtiyacını karşılayan ilk santral olan “Silahtarağa Termik Santrali” 11 Şubat 1914 tarihinde açılabildi. 20 Şubat’ta üretilen elektrik ilk olarak İstanbul tramvaylarına ve Dolmabahçe Sarayı’na, üç gün sonra da Beyazıt, Tozkoporan ve İstinye’de yer alan üç indirici merkezden özel tesisatlara verilmeye başlandı. Aynı yıl tüm hisseleriyle bir Belçika şirketi olan SOFINA’ya devredilen santral, 1950’li yıllara kadar İstanbul’un tek elektrik santrali olarak faaliyet gösterdi.
1. Dünya Savaşı, özellikle İstanbul’da elektriklenme çalışmalarını büyük sekteye uğrattı. Savaş, malzemelerin pahalanmasına ve getirtilememesine yol açtığından, şehir dört sene boyunca bazı ev ve ticarethaneler hariç elektriksiz kaldı.Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu dağılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulunca santralin ve dağıtımın işletmesini yapan SOFINA şirketi de 17 Haziran 1923 yılında devletle yeni bir sözleşme yaptı ve adını “Türk Elektrik Anonim Şirketi” olarak değiştirdi. Çalışmalarını hızlandıran SOFINA, İstanbul’un ev, fabrika ve sokaklarını hızla aydınlatırken, elektrikle çalışan elektrik süpürgesi, ütü, çamaşır makinesi, ekmek kızartma makinesi, fırın, ısıtma ve soğutma cihazları, motor gibi aletler de satmaya başladı
Osmanlının Tek Termik Santrali Silahtarağa
Silahtarağa Santrali, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk enerji tesisiydi. Kronolojik olarak ilk tesis olmasa da, ülke sınırları içinde bir kente hizmet vermesi amacıyla yapılan ilk tesisti. Tesisin kuruluması için ilk adım 1910 yılında devlet tarafından açılan ihaleyle atılmıştır. İhaleyi Avusturya-Macaristan sermayeli Ganz Electric Company kazandı.
Silahtarağa Elektrik Santrali, santral, türbin jeneratör grupları, buhar kazanları ve diğer bölümlerden müteşekkil bulunmaktaydı. Santral, her biri 5.000 kw’lik 3 turbojeneratör grubu, 13,4 MW güç kapasitesi ve 13.000 kg/saat buhar kapasiteli altı kazanla birlikte 11 Şubat 1914 günü faaliyete geçmiştir. 1913 yılında tamamlanarak kullanıma girmesi planlansa da o yıl aşırı yağışlar nedeniyle bölgeyi etkileyen su baskınları ve Balkan Savaşı’nın etkileri tesisin açılmasını geciktirdi. Tesis 11 Şubat 1914’te resmen açılışını yaptı. Üretilen elektrik ilk olarak İstanbul tramvaylarına ve Osmanlı sultanının o dönemde yaşadığı Dolmabahçe Sarayı’na verildi. Böylece İstanbul’da havagazına bir alternatif enerji türü doğmuş oldu.
*Cumhuriyet Döneminde Silahtarağa Termik Santrali
Santral, 1952 yılına değin İstanbul’un elektrik gereksinimini tek başına karşıladı. Bu tarihte devlet eliyle yeni kurulan Çatalağzı Termik Santrali ile arasında bağlantı kuruldu ve İstanbul’un elektrik yükü bu iki merkez arasında paylaştırıldı. Santralin yönetimi 1962’de Etibank’a; 1970’te ise Türkiye Elektrik Kurumu’na geçti. Ambarlı Termik Santrali 1976 yılında tam kapasiteyle çalışmaya başlayınca, Silahtarağa Santrali’nin İstanbul elektrik dağıtımındaki payı iyiden iyiye azalmış oldu.
Türbin ve kazanlarının yıpranması ve Haliç çevresinde yarattığı aşırı kirlilikten dolayı ekonomik ömrünü tamamladığına karar verildi ve tesis 1 Mart 1983 tarihinde faaliyetine son verdi. Boşaltılan tesis binaları 20 yıl boyunca atıl vaziyette kaldı. 2004 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne tahsis edildi. Üniversite yönetimi, tesisin aslına uygun bir biçimde yenilenerek yeniden kullanıma kazandırılması için çalışmalara başladı. Tesis arazisi tamamen elden geçirilerek üniversite yerleşkesi, müze ve sanat galerisi olarak hizmet vermeye başladı. Bu dönüşümle birlikte tesis Santral İstanbul adıyla anılmaya başlandı.
Sonuç Olarak
Osmanlı döneminden günümüze elektrik pek çok evrelerden geçmiştir. Osmanlı Devleti zamanında, elektriğin çok geç kullanılması günümüzdeki elektrik teknolojimizi de sekteye uğratmıştır. Osmanlı zamanında padişahın onay vermemesi, Havagazı firmalarının olumsuz propogandaları yüzünden, ülkemizde elektriğin gerekliliği çok geç anlaşılıp kullanılmaya başlanmıştır.
O dönemde elektriğin bu denli geç kullanılmasının en büyük kayıplarından biri sanayinin gelişmemesidir. Sanayinin gelişmemesiyle Osmanlı Devleti çağa ayak uyduramamış ve Osmanlının çöküşü daha da hız kazanmıştır.
Yeterli teknik eleman olmadığı için dış devletler kontrolünde elektriği keşfedikten 30 yıl sonra Mersin Tarsus’ta ilk olarak sokak aydınlatılmasında kullanılmaya başlanmıştır.
Kaynaklar: Teiaş, Wikipedia