Yılmaz yüksel
Üye
- Katılım
- 11 Mar 2013
- Mesajlar
- 241
- Puanları
- 1
- Yaş
- 65
Batı’da yapılan keşiflerde ilmî tecessüs, faydalı olma gibi sâikler mutlakâ vardı. Fakat sonra egemen sınıf o bilgileri insanların aleyhine kullanmadı mı? Meselâ Nobel’i ve dinamiti düşünelim. Alfred Nobel dinamiti 1867’de buldu ve onu nitelikli patlayıcı olarak açıkladı. Peki, genelde bu şekilde mi kullanıldı?
Batı’nın insan hayrına diye yaptıklarının çoğu yalandır. Bu iddiâ biraz sert olsa da vereceğimiz örneklerle bunun doğru olduğu anlaşılacaktır. Tabîî ki tıbbî, teknik buluşları inkâr etmek mümkün değildir. Bu ayrı bir fasıl.
Yüce Peygamberimiz “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” buyurmuştur. Buradaki hüküm “kâffeten li’n-nâs”tır. Yâni hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlara iyilik yapmaktır; faydalı olmaktır.
Batı’da yapılan keşiflerde ilmî tecessüs, faydalı olma gibi sâikler mutlakâ vardı. Fakat sonra faydalı bilgileri yöneten egemen sınıf o bilgileri insanların aleyhine kullanmadı mı? Meselâ Nobel’i ve dinamiti düşünelim. Alfred Nobel dinamiti 1867’de buldu ve onu nitelikli patlayıcı olarak açıkladı. Peki, genelde bu şekilde mi kullanıldı? Sâdece, alanlarda kayaları patlatıp faydalı mekân üretmek için mi devreye girdi? TNT (trinitrotoluen) 1863 yılında Alman kimyâger Joseph Wilbrand tarafından bulundu. 1902’de Almanlar, 1907’de de İngilizler patlayıcı olarak kullandılar. Yâni insanları parçaladılar.
Bugün en yaygın şekilde kullanılan naylon türevleri insan hayâtını tehdit eden en tehlikeli kanserojen maddelerden biri olarak niteleniyor. Naylonu da Amerikalı kimyâger Wallace Carothers 1935’te keşfetti.
Sağlığımızı etkileyen en önemli maddelerden biri de sentetik gübrelerdir. Bunu da bir Alman Yahûdîsi olan Fritz Haber 1909yılında üretmeyi başardı.
1972’de Paul Bergilk defa genetiği değiştirilmiş rekombinant DNA’yı keşfetti. (Deoksiribonukelik asit ve bu oluşum bütün canlı organizmaların hücrelerinde bulunan ve canlıların tüm genetik özelliklerini taşıyan moleküldür. Rekombinant DNA ise doğal olarak genellikle birlikte bulunmayan DNA dizilerinin bir araya getirilmesiyle yapay olarak oluşturulmuş herhangi bir DNA molekülüdür.) Bu bilgiler o kadar önemli ki, yapılanlar genetiğimizle nasıl oynandığının açık delîlidir.
GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tozlaşma yoluyla tabii türlere bulaşarak biyoçeşitliliğe zarar verir. Bunlar öldürücü alerjilere sebep olabilirler. GDO’lu yemler hayvanlarda antibiyotik direncini artırır; dolayısıyla hayvan ölümleri artar.
Ekim tarlalarında kullanılan GDO’lu yabânî ot ilâçları, memeliler için toksik etki ve insanlarda hormonal dengeyi bozma riski taşır.
Sentetik ürünler laboratuvarlarda kimyasal işlemlerle üretilen, kimyasal birleşimler içeren ürünlerdir. Gıdalardan temizlik ürünlerine, ilâçlardan tekstil malzemelerine kadar çok sayıda alanlarda kullanılır.
Evet, atom bombasını Einstein yapmadı ama ABD Başkanı Franklin Roosvelt’e gönderdiği uranyum fizyon bombası teorisini ve enerji kütle ilişkisini açıklayan e=mformülünü özetlediği mektubunda nükleer silâhların kullanılmasına katkı sağladı.
Şimdi en çok sorulan soru şu: Deterjan girmeyen ev var mı? İlk deterjanı da 1917 yılında Alman kimyâger Charles Frederich Gunterbulmuştur. Deterjanların mutfaklara girmesiyle onlarda atık olarak biriken değişik yapılı maddeler, durgun sulara, denizlere, akarsulara karışarak tabiatın dengesini ciddî olarak bozup buralarda yaşayan canlıların toplu ölümlerine, insanlarda da kanserlere sebep olmaktadır.
Zirâî ilâçlar, GDO’su değiştirilmiş ürünler, kromozom sayısı değiştirilmiş buğday hepsi çok zararlı hâle gelmiştir. İnsanlar hâlâ kara ekmekle avutulup dursunlar, buğday beyaz unda da kara unda da aynıdır. Büyük nîmet ekmeğimizi bile bozdular.
Son zamanda pandemi dolayısıyla ortaya atılan ve her zaman tartışma konusu olan aşılar sonrasında beyne pıhtı atması sebebiyle ölen, felç olan ve kalp krizi geçirenlerin sayısı arttıkça insanlarda haklı olarak şüpheler de arttı.
VEHİM OLARAK ÜRETİLEN HASTALIKLAR
Deli dana hastalığı 1990’larda Birleşik Krallık’ta görülmüştür. Sığırlardan insanlara geçebilen ve beynin süngerleşmesine sebep olan sığırlarda koyun keçi ve domuzlarda özellikle meme, uterus gibi bölgelerde bulunan bir hastalıktır. Bu hastalık genellikle Prion adı verilen anormal proteinler içeren dokularını tüketen insanlarda ortaya çıkan prion hastalığıdır. Bu hastalıktan şimdiye kadar ölenlerin sayısı sâdece 145kişi civârındadır. Tuhaf olan şudur ki, hastalık domuzlarda da görülmesine rağmen bu hayvan hemen hemen hiç gündeme gelmemiştir. Plân açıktır. Batı zenginleri genelde domuz yerine sığır eti tercîh ederler. Çünkü besin değeri sığırda çok daha yüksektir. Bir porsiyon domuz etinde A ve C vitamini ve karbonhidrat da de %0’dır. Yağ 14 mg, kolesterol 80 mg, kalori 242, toplam yağ 14mg’dır. Neden o hâlde domuz eti, deli dana hastalığı ile hemen hemen hiç ilişkilendirilmemiştir. Sebep gâyet açıktır: Kıymetli bir besin olan sığır tüketimini azaltmak ve domuz etine yönlendirmek… Bir batında sığırlar genelde bir yavru yaparlarken domuzlarda bu oran 6-13 arasında değişmektedir. Bu süreçte Türkiye’de domuz kesimi bir hayli artmış özellikle hidrojenize edilmiş jambon gibi gıdalarda %100’e yakın kullanılmıştır. Şimdi deli dananın hikmeti herhâlde anlaşılmıştır. Türkiye’de bu hastalık hiç görülmemesine rağmen bir hayli hayvan da telef edilmiştir
Batı’nın bütün bu yaptıklarının hepsini insanlara hizmet olsun diye keşfetti diyebilir miyiz? Çok zor.
Kanser hastalığı Hipokrat’tan beri bilinmektedir. Bu hastalık 20. asırda tam bir patlama göstermiştir. Ana sebep, şu ana kadar saydığımız insan hayâtına konfor kattığına inanılan, fakat insanların çokça ölümlerine sebep olan ekolojik denge katili sentetik ve kimyasal üretimlerdir.
Şimdi tekrar soralım: Batı bütün bu keşifleri iyi niyetli yaptı diyebilir miyiz? Çoğu da Alman Yahûdîsi bilginlerin imzâsını taşıyorsa…
COĞRÂFÎ KEŞİFLERİN AMACI
Coğrâfî keşifler de ayrı bir mes’eledir. Bunların kâşifleri bunları sâdece ilmî tecessüsle (merakla) yaptılar diyebilir miyiz? Kristof Kolomb, Vasco da Gama, Amerigo Vespucci, Kaptan James Cook vs. çoğu kilise desteğiyle yola çıkmış hem insan neslini mahvetmiş hem de denizlerdeki ekolojik dengeyi bozmuşlardır. Kaptan Cook’un uyarısıyla İngiliz balıkçıları Grönland bölgesinde fok ve balina neslini kurutmuşlardır. Yunus balığı katliamı da cabası. Sebep, bu hayvanlar balık neslini kurutuyorlarmış; çok balık yiyorlarmış. Belki milyonlarca senedir bu hayvanlar bu küçük balıkları tüketemediler de şimdi mi ortaya çıktı bu garip iddiâ. Yunusu ve balinayı yaratan Allâhü teâlâ onların rızıklarını yaratırken küçük balıkların neslinin tükenmeyeceğini bilmiyor muydu? Rabb’imiz Rezzâk-ı âlem değil mi?
Batı’nın çıkardığı savaşlardan çok evvel Roma’da binlerce Hristiyan’ın katline sebep olan sebebi sâde inançtan bilinen, barbar kavimlerin Avrupa’da yaptığı vahşetler, Japonya’da binlerce insanın ölümüne ve bir sürü sakatla birlikte yarası hâlâ kapanmayan zincirleme genetik değişimler ilk atom bombasıyla olmadı mı?
Batı’nın çıkardığı Birinci Dünyâ Harbi’nde 10 milyon insan; İkinci Dünyâ Harbi’nde 80 milyon insan ölmedi mi? Bu iki savaş sonrasında kayıp ve sakatların sayısı aslâ tam olarak belirlenememiştir? Avrupa kendi ayıbını örtmekte mâhirdir? Hitler, Mussolini, Franco gibi zâlim diktatörlerin hangisi Müslümandı? Stalin, Lenin, Çavuşesku, Josip Broz Tito, Erich Honeckerve bir sürü zâlimin hangisi İslam’a inanıyordu?
Artan dünyâ nüfûsundan daha çok doğu ülkeleri etkilenirken pastadan paylarını büyütmek için insan katliamından zerre kadar çekinmeyen Batı değil miydi?
ABD’DE SOYKIRIMLAR
Modok soykırımı (Modok Genocide) Kuzeydoğu Kaliforniya ile merkezi Güney Oregon’da yaşayan avcı ve toplayıcı Modok Kızılderililerine karşı beyazlar tarafından 1851-1873 yılları arasında yapılan katliamdır. Önce kadınlar ve çocuklar kaçırılıp köleleştirilmiş, kendilerine human (insan) diyen beyazlar Kızılderililere subhuman(insan altı) demişlerdir.
Daha evvel Amerika’ya ayak basan İspanyol ve Portekizliler burada geniş ve bâkir bir tarım alanı buldular. Bunu kullanacak insan gücünü de Afrika’dan koparılıp getirilen zenci kölelerden karşıladılar. Buralarda sâdece insan katliâmı yapmadılar. İnsanların ne dinleri ne dilleri ne de kendilerine âit bir kültürleri kaldı. Kuzey Amerika’nın dili, sonradan devreye girip en zâlimi çıkan İngilizlerin dili olan İngilizce, Güney Amerika’da Brezilya’nın dili Portekizce, Arjantin’in dili de İspanyolca oldu. Hadi Kuzey Amerika’da (bugünkü ABD’de ne bir kültür ne bir kitâbî din ne de din ortak bir dil vardı) bugün ABD çoğunu Evangelist Hristiyan (Jewish Christianisme) Yahûdi asıllı Hristiyanlık yaptı. Fakat Yahûdîler İncil’i de kabûl etmezler.
Kızılderililer gibi direnme cesâretine sâhip olmayan Afrikalılar köleliğe boyun eğdiler.
Renkleri kara, savaş bilmeyen ve donanımsız bu insanlar, bu kuvvetli insanlar kendi başlarına bırakılamazdı. Efendilerinin üretimlerine katkı sağlamalıydılar. Önce bunları uçsuz bucaksız Kuzey Amerika topraklarında ırgat olarak çalıştırılmaya başladılar. Bu Afrika zencilerine “Afro” dediler. Birçoğunun çocukları ve eşleri Afrika’da kaldı. Sonra baktılar ki bunlardan iyi verim alınıyor, daha verimli olmaları için çocuklarını ve eşlerini de getirip bir köle kolonisi oluşturmaya başladılar. Günde çeyrek arpa ekmeği, yarım litre su ile sabah gün doğumundan akşam gün batımına kadar çalıştırdılar. Susuzluktan çoğunun böbrekleri iflâs ederek öldüler. Nasıl karşı gelsinler, sırtlarında kırbaç enselerinde çelik namlu…
İNSANLIK AYIBI ABD KÖLELİĞİ
Amerika’nın statüsünü belirleyen Kuzey-Güney Savaşları 1861-1865 yılları arasında yapıldı. Savaşın ana sebebi ekonomik tarıma dayalı güney eyâletlerinde yaygın olarak kullanılan köleliğin, ülkenin Kuzey Amerika’nın batı bölgelerine doğru genişlemesi sebebiyle tartışılmaya başlaması ve sanâyi’leşmiş kuzey bölgelerinde uygulandığı gibi ülkenin bütünündeki yasaklar konusundaki anlaşmazlıklardı.
Güney Amerika’da 19. asır ortalarında çiftliklerde pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştirmek için Afrika kökenli zenci kölelerden faydalanılıyordu.
Batı Amerika’da Abraham Lincoln seçimi kazanınca köleliği kaldırdı ve ABD’den bağımsızlığını i’lân edip Amerikan Konfedere Devleti’ni kurdu.
Kölelik 1775-1873yıllarında Afrika soyuyla ırkî bir kast olarak kullanılmıştır. Gariptir ama anayasalarında “kölelik” kelimesi hiç kullanılmamıştır.
Başta Amerika kıt’asına sâdece güçlü kuvvetli genç erkekleri köle olarak getiren tâcirler, bu sistemi babadan oğula geçen bir şekille daha da kuvvetlendirdiler.
Afrika’da totemist, fetişist veyâ animist olan bu insanlara başlangıçta hiç dînî telkinde bulunmadılar. Ne de olsa toplu bir ibâdet sistemleri yoktu. Sonra bu kadar büyük bir topluluğu daha iyi motive etmek için bunları Hristiyanlaştırmaya teşvîk ettiler. Râhip bunlara iyi davranıp gönüllerini aldı. Hristiyan olan ve kilisede evlenen kölelere yarım gün izin ve mükâfat olarak fazladan çeyrek arpa ekmeği ile arpa çorbası verdi. Zamanla evlerde çalışan şanslı köle âileleri de ortaya çıktı. Bunlar çalıştıkları âilelere göre bayağı iyi bir hayat yaşamaya başladılar ama iyi fiyat veren bir köle tâcirine, köle baba hiç acımadan âilesinden koparılıp bilinmeyen bir yere gönderiliyordu.
Köleliğin kaldırılmış olmasına rağmen ABD’de 1956’lara kadar zenciler beyazların gittiği hiçbir mekâna giremediler; toplu araçlara binemediler.
1957 yılında Kuzey Karolina’da ilk defa liseye giden zenci Dorthy Countsokula başladıktan dört gün sonra tâcizler yüzünden âilesi tarafından okuldan alınmak zorunda bırakıldı.
Şaşırtan durum şudur: Amerika’da alt insan sınıfı, neandartal human, maymun olarak aşağılana bu siyâhîlerin hâlâ kısm-ı küllîsinin (büyük çoğunluğunun) Hristiyan olmasıdır.
Son verilere göre (2020) ABD’de nüfusun ancak %1,3’ü Müslümandır. Sayıları ise ancak 4.453.000’dir. Maalesef bunların bir kısmı Sünnî akâit dışında, Vehhâbîtuzağındadır. Hâlbuki bunca zulümlerden sonra ABD’de bu oran en az %30’lara varmalıydı. ABD’li zenci ebeveynin çocuklarına ilk verecekleri ders, çekilen kölelik yıllarının bitmeyen acıları olmalıdır.
Yazımızda, daha 20. asırdaki İtalyan, Fransız zulümlerini anlatmadık. Libya ve Cezâyir’de sokaklar hâlâ haçlı postallarının izlerini ve şehit kanlarının kokusunu taşımaktadır. Batı’nın yaptıkları yapacaklarının te’mînâtıdır. İşte Orta Doğu. İşte Evangelizm’in Siyonist misyonerleri ve onlara gönüllü köle olan Batı. Bunlar köleliği o kadar benimsemişler ki, yıllarca uyguladıkları köleliğin, şimdi Siyonist sistem tarafından kendilerine uygulandığını çoğu anlamıyor bile. Yeter ki efendileri İslâmiyete karşı savaşsınlar; onlar her zaman gönüllü köle olmaya râzıdırlar.
Prof. Dr. Osman Kemal KAYRA