| | Yüksek gerilim hatları yakınındaki evlerde yaşayan çocuklarda
çocukluk çağı kanserlerindeki artışın epidemiyolojik olarak
gösterilmesi ile tüm bu konudaki araştırmalar US National Academy
of Sciences (Amerikan Bilimler Akademisi) tarafından tekrar
incelenmiş ve 1996 yılında yüksek gerilim hatları yakınında yaşayan
çocuklarda lösemi görülme riskinin diğerlerine göre 1.5 katı
fazla olduğu Amerikan Bilimler Akademisi tarafından kabul edilmiştir.
Yapılan epidemiyolojik çalışmalar yüksek gerilim hatları ve elektrikli
aletlerin (0-300 Hz) kanser riskini artırdığını göstermektedir.
0-300 Hz frekanslı alanlardan iletkenlik özellikleri nedeniyle
en çok etkilenen dokular beyin sıvısı ve kan, ikincil derecede
etkilenen dokular ise göz, göz sıvısı, troid, kas, gastrointestinal
sistem, prostat ve testis dokularıdır.
Yapılan epidemiyolojik ve deneysel çalışmalardan bazılarının
sonuçları aşağıda verilmiştir.
EPİDEMİYOLOJİK ÇALIŞMALAR:
- Günlük yaşamda maruz kalınan alanların beyin tümörlerini,
özellikle erkeklerde lösemi ve akut myeloid lösemiyi artırdığı
gözlenmiştir. 2mG (iki miliGaus) gibi çok küçük magnetik
alanlar lösemi, lenfoma ve yumuşak doku sarkomlarını daha
fazla olmak üzere tüm kanser türlerini 1.4 katı artırmaktadır.
- İngiltere, İsveç ve ABD; EM alanların akut myeloid lösemi
riskini artırdığını rapor etmişlerdir.
- 1979’da ABD’de çocukluk kanserleri ve yüksek gerilim hatları
ilişkisi 18 yaşında 344 çocukta araştırılmış ve hatta yakınlık
arttıkça çocuklarda löseminin önemli ölçüde artış gösterdiği
bildirilmiştir. Evleri hat yakınında bulunan yetişkinler için de
löseminin 2 kat arttığı gözlenmiştir.
- 1982 yılında İsveç’te 200KV’luk Yüksek Gerilim Hattı (YGH)’nın
150 m yakınındaki evlerde çocukluk kanserleri insidansının
2 katı arttığı rapor edilmiştir. (YGH’nın yerde oluşturduğu
magnetik alan 0.1 G – 0.5 G). 1986’da ise 3mG’u aşan
şiddetlerde magnetik alana maruz kalanlarda kanser riski
2.7 iken, ayni adreste doğan ve hala yaşayan kişiler için
riskin 5.6’ya yükseldiği bildirilmiştir.
- Elektrik hatlarında çalışanların beyin kanserine yakalanma
oranı 7 kat fazla bulunmuştur.
Modern toplumlarda yaşayan hemen herkes sürekli olarak doğal
olaylardan kaynaklananların çok üstünde elektromanyetik alan ve
dalgaların içinde bulunmaktadır. Bunların, yüksek şiddet veya güç
düzeylerinde insan sağlığına zararlı olduklarına kuşku yoktur.
Ancak, insanların günlük hayatta karşılaştıkları daha düşük
düzeydeki alan ve dalgaların dahi uzun vadede insan sağlığı
üzerinde olumsuz etkileri olup olmadığı tartışma konusu olmaya
devam etmektedir. Dünya genelinde, elektrik üretim ve dağıtım
şirketleri ve elektrikli aygıtların üreticileri, çoğunlukla insan sağlığı
açısından bir tehdit olmadığını veya çok az olduğunu söylemektedirler.
Öte yandan, bu konuda araştırma kaynakları talep eden bilim
insanları ve korunma amaçlı ürün veya hizmet satanlar, çoğunlukla
olası veya gerçekleşen zararların inkar edilemeyeceğini ve ciddi
boyutlarda olduğunu iddia etmektedirler.
Bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalar elektromanyetik alan
ve dalgaların çok küçük şiddet ve güçlerde dahi çeşitli biyolojik
etkileri olduğunu göstermiştir.
Doğal çevrede bulunan alanlar, bu alanlardan bile çok daha düşük
seviyelerde olduğu için, canlıların bu alanların olası etkilerine karşı
evrimsel olarak edinilmiş özel bir korunma mekanizmaları olması
da beklenemez. Bu durumda, bu çeşitli biyolojik etkilerin birinin
değilse diğerinin insanlara zararlı olma olasılığı yok sayılamaz.
Birçok epidemiyolojik ve diğer bilimsel çalışma da bunu
desteklemektedir. Öte yandan, bugüne kadar bu alanlarla,
sebep oldukları iddia edilen çok sayıdaki kronik hastalık veya
sağlık sorunu (kanser, düşük veya sakat doğum, bağışıklık sistemi
zayıflaması vb.) arasında bütün araştırmacıların üzerinde anlaştığı
çok açık neden-sonuç ilişkileri gösterilememiştir.
Bu bilimsel belirsizlik karşısında kişisel korunma ve toplum sağlığı
açısından nasıl bir yol izlemeliyiz? En akılcı çözüm, temkinli
davranıp öncelikle maliyeti çok yüksek olmayan bütün önlemleri
almak, ancak maliyeti çok yüksek önlemleri almadan önce,
toplumun karşı karşıya bulunduğu kanıtlanmış (ve bazıları daha
büyük) riskleri de göz önünde bulundurmaktır. Alınabilecek
önlemlerin maliyeti çok büyük olduğunda eldeki sınırlı kaynakların bu
diğer kanıtlanmış risklerin azaltılması için kullanılması daha yararlı
olabilir
Bugün çoğu insanın karşı karşıya kaldığı elektromanyetik alanların
zararları sigara içmek, nükleer radyasyon, yoğun hava kirliliği,
kronik yetersiz beslenme ve benzerlerinden olasılıkla daha az
zararlıdır. Ancak maruz kaldığımız alanların günden güne artıyor
olması ve etkilerinin ancak uzun vadede ortaya çıkabilecek olması
bu durumu değiştirebilir.
Toplum açısından baktığımızda önemli bir başka konu belli bir
teknolojiden fayda görenlerle, o teknolojinin risklerini paylaşanların
aynı kişiler olmamasıdır. Uygun düzenlemeler, vergilendirme,
ve/veya serbest piyasa mekanizmalarıyla fayda/külfet dağılımının
adil olması sağlanmalıdır. Örneğin, cep telefonu üreticileri, cep
telefonu yer antenlerinin insanları daha az etki altında bırakacak
şekilde yapılmasının çok pahalı olacağını ve dolayısıyla bir önceki
paragraftaki mantık uyarınca akılcı olmayacağını söyleyebilirler.
Ancak burada tasarruf edilen para bir bütün olarak halkın parası
değil, cep telefonu kullanıcılarının parasıdır. Korunması söz konusu
olan sağlık ise antenlerin etkisi altında kalan tüm insanların sağlığıdır.
Bu nedenle fayda/külfet hesaplarını yaparken faydayı ve külfeti
görenlerin kimler olduğu akılda tutulmalıdır.
Elektromanyetik alanların belli sağlık sorunlarına yol açtığı henüz
kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmamışsa da, bu konudaki
araştırmalar sürerken, insanları bilgilendirmek, ucuz önlemleri almak,
ve fayda/külfet dağılımının adil olması için mümkün olan ne varsa
yapılmalıdır. Bu bağlamda daha genel bir tartışma konusu şudur:
Gerekli önlemlerin alınması için bir ürünün zararlı olduğunun
ispatlanması yükü kamuya mı düşmektedir, yoksa yaygın olarak
kullanılmaya başlanması için zararsız olduğunu göstermek yükü
onu üretenlere mi düşmektedir? İlkinde araştırma için gereken para
bu ürünü kullansın kullanmasın herkesin cebinden çıkmaktadır,
ikicisinde ise ürünün fiyatına yansıyarak o ürünü kullananların.
Burada akılda tutulması gereken önemli bir nokta da bir teknolojinin
hiçbir olası zararı olmadığını kanıtlamanın bilimsel olarak çok zor,
hatta neredeyse olanaksız olduğudur.
Burada klasik devlet denetimi mekanizmalarına alternatif teşkil
eden serbest piyasa sertifikasyon yaklaşımından da kısaca söz
edeceğiz. Bir ürünün zararlarının tespiti ve tüketiciyi koruyacak
önlemlerin devlet yoluyla alınması çok uzun zaman almaktadır.
Bu nedenle İsveç’de bir meslek örgütü olan TCO, bilgisayar
kullanan çalışanları korumak için bir sertifikasyon programı
başlatmıştır. Bu program, bigisayarların maliyetini çok artırmadan
manyetik ve elektrik alanlarını mümkün olduğu kadar düşürmek,
ve başka ergonomik özelliklerini iyileştirmek için geliştirilen bir
standarda dayanmaktadır.
İsteyen şirketler gönüllü olarak bu sertifikasyon için başvurabiliyorlar.
Tüketiciler bu yönde tercih belirttiği için bugün çoğu iyi marka
TCO sertifikası almaktadır. Burada önemli olan, bilgisayarların
elektrik ve manyetik alanlarının düşürülmesi için, elektromanyetik
alanların sağlığa zararları ile ilgili kesin bir sonuca varılmasının
beklenmemiş olmasıdır. Tüketiciler, var olan sağlığa zararlı olma
olasılığını önlem almak için yeterli bir neden olarak gördüklerini
göstererek TCO sertifikalı ürünleri tercih etmiş ve bu sayede
bigisayarlar bugün önemli bir tehdit olmaktan çıkmıştır. Klasik
devlet denetim mekanizmaları beklenseydi, olasılıkla daha uzun
süre risk alınmış olacaktı.
Batı ülkelerinde resmi veya kurumsal olarak kabul edilen, daha
yüksek değerlere insanların maruz kalmaması gereken eşik
değerlerinin çoğu, yalnızca dokuların ısınmasına dayalı
mekanizmalar göz önüne alınarak belirlenmiştir. Ancak bugün,
ısınmaya dayalı olmayan ve çok daha düşük değerlerde
gerçekleşebilen çok sayıda biyolojik mekanizma gündeme
gelmiştir. Bu nedenle, bu yazıda sözü edilen eşik değerler,
resmi eşik değerlerden daha düşüktür. Eski doğu bloku ülkelerinde,
genel olarak batı ülkelerine göre çok daha düşük eşik değerlerin
kabul edilmiş olması da ilginç bir gözlemdir.
Bu yazıda, yaygın olarak karşılaşılan üç elektromanyetik alan veya
dalga kaynağı üzerinde durulacaktır: 50 Hertz (Hz) alternatif akım
elektrik ağı, bilgisayar ekranları, radyo ve televizyon, cep telefonu,
radar ve benzeri radyo ve mikrodalga frekanslarında yayın yapan
vericiler.
Elektrik ve manyetik alanlarının ve elektromanyetik dalgaların
hangi niteliklerinin (frekans, şiddet, güç,vb.) belirleyici olabileceği,
sağlık etkilerinin hangi doz parametresi ile orantılı olduğu, ve
bunların eşik değerlerinin ne olması gerektiği tartışma konusudur.
Ancak genel olarak, ne kadar uzun süre maruz kalınırsa zararın da
o kadar büyük olabileceği düşünülebilir. Kısa süreli olarak bu alan
ve güçlere maruz kalmak modern dünyada neredeyse olanaksızdır
(yanınızdaki birisi cep telefonu kullanırken, yüksek gerilim hatlarının
altından geçerken, vb.) Bu nedenle, daha uzun süreli olarak bu alan
ve dalgaların etkisi altında kalmaktan kaçınmayı hedef almak, daha
anlamlı gözükmektedir.
Bu alan ve dalgaların şiddeti veya gücü kaynağından uzaklaştıkça
hızla azalır. Korunmada zamandan sonra ikinci etkin öğe uzaklıktır.
Bazı tür alan ve dalgaların değişik şekillerde engellenmesi veya
yansıtılması mümkün olmakla beraber bu yaklaşım genelde pratik
değildir.
|