Herkese merhaba,
Herkesin hayatı bir romandır, yaşananlar bizleri biz yapar. Şimdi herkes demeyeyim de bir çok kişi bayram filan diyor ama yaptıkları ya da yapamadıkları tatilin keyfini mi, cefasını mı çıkarıyor bilmiyorum. Kapitalist düzen artık bayramları bir kısım kesimi tatil adıyla kandırıp daha çok para harcamalarını sağlıyor. Bir kısım kesimde, buradaki hizmet sektöründe çalışarak ekmek derdinde bayram geçiriyor.
Yaşadığın yer kaderdir. Aslında pek değil ama seçme şansın yoksa öyle. Ve bir çoğumuzun seçme şansı yok. Yaşadığımız yere mahkumuz. Hoş yaşadığı yeri değiştirenlerde, bayramda büyüklerini ziyaret küçüklerini sevindirmek gibi bir şey için yer değiştirmiyor. Gurbet dediğimiz yerde ekmek kavgasında.
Seneler , seneler öncesine gittim. Aklıma çocukluğumu hatırlaya bildiğim yıllar geldi. Sanırım yetmişli yıllardı yani ilk yarısı. Işıklar içinde uyusun babam, İzmir’i bilenler bilir İkiçeşmelik Havra sokağında esnaftı. Bayram öncesi esnafı dolaşır, özellikle ayakkabıcı esnafını dolaylı olarak işinden dolayı onlarla daha çok muhataptı. Devir el emeği devriydi imalat elde yapılırdı. Babam da o esnaflardan defolu dediğimiz ama giyilebilir ne kadar ayakkabı varsa toplardı. O zaman evimiz Kadifekale’nin altında Ballıkuyu semtiydi. O zamanları yaşayanlar iyi bilirler semt, mahalle, sokak kavram bambaşka bir olaydı. Babam bizleri de ayırt etmeden hepimize o arasında az da olsa renk farkı olan, dikiş hatası ama gözle çok zor görülebilecek ayakkabıları başta öksüz ve yetimler olmak üzere dağıtırdı. O günleri hayal meyal hatırlıyorum.
Hani şimdi internette duyduğunuz küçük hikâyeler var ya, işte o hikâyelerdeki gibi ayakkabılarıma sarılarak uyurdum. Bayram sabahı giyer, büyüklerimizin ellerini öper topladığımız harçlıklarla bakkaldan şeker, lokum, çikolata alırdık. Gerçi ben Kireçlikaya’da oturduğumuzda çikolatayı pek hatırlamıyorum. Ama iki bisküvi arası lokumu çok severdim. Kireçli kaya’daki evimizde değil de Yeşilyurt’taki evimize taşındığımızda kurban kestiğimizi hatırlardım. Hayat hiçbir zaman herkese adil davranmıyor. Babamın sağlığı bozulunca Bodrum’a taşındık ve benim yeni hayatım yani bayramlarımın bittiği yıllar başladı.
Yepyeni bir hayat, deniz kenarı, turizm yeni canlanıyor. Yeni bir ev, yeni bir mahalle, yeni insanlar, yeni bir dünya ve yaşam. İşte o zaman roman değişti. Yeni bir bölüm dramlar, mutluluklar ve zorluklar ve ekmek kavgası başladı. İlk birkaç yıl hazırla yaşadık. Hepimizin bildiği gibi hazıra dağ dayanmaz. Babamın bulduğu işlerde çalıştığı ancak boğazımıza yetiyordu. Hastalığı nüksettiği zaman İzmir’e doktora giderlerdi annemle. Ben iki kardeşimle evimizde kalırdım. Yemeklerini yapardım, harçlıklarını verir okula gönderirdim. Bu arada ben de okuluma giderdim. Boşta kalabildiğim zamanlarda balık avlar satar ve evi geçindirmeye çalışırdım. 13-14 yaşındaki bir çocuğun omuzlarındaki yük. Ve büyüdükçe turizm sektörü denizcilik filan. Eee bayram geldi, herkes bayrama biz denizde çalışmaya… Haydi, bayram bayram da kime bayram. Birilerine tatil eğlence, birilerine o eğlenenlere hizmet eve ekmek götürme derdi. Babasız annesiz, eve bakmak, abisiz yol göstereni olmayan serseri bir mayın ben.
Şimdi sizler bayram diyorsunuz, ben demiyorum. Sizler tatil diyorsunuz ben demiyorum. İnançların sömürüldüğü, emeğin sömürüldüğü, geleneklerin yok edildiği bir devirde bayram gelmiş benim neyime?
Hayatımın geride kalan altmış yılına baktığımda ne çok şeyin değiştiğini görüyorum. En başta değişen ben, bana bakıyorum. Bu günkü aklım olsaydı dün yaptıklarımı yapmazdım dediğim hiçbir şeyim yok.
Çünkü geçmişte yani dünde yaptıklarım olmasaydı bugün ki ben ben olmazdı.
Hepiniz sağlıcakla kalın, aralarda doldurulacak o kadar yaşanmışlıklar var ki. Yani herkesin hayatı bir roman.
Bayramların hatırladığımız bayramlar tadında olması dileğiyle. Saygılar.
Herkesin hayatı bir romandır, yaşananlar bizleri biz yapar. Şimdi herkes demeyeyim de bir çok kişi bayram filan diyor ama yaptıkları ya da yapamadıkları tatilin keyfini mi, cefasını mı çıkarıyor bilmiyorum. Kapitalist düzen artık bayramları bir kısım kesimi tatil adıyla kandırıp daha çok para harcamalarını sağlıyor. Bir kısım kesimde, buradaki hizmet sektöründe çalışarak ekmek derdinde bayram geçiriyor.
Yaşadığın yer kaderdir. Aslında pek değil ama seçme şansın yoksa öyle. Ve bir çoğumuzun seçme şansı yok. Yaşadığımız yere mahkumuz. Hoş yaşadığı yeri değiştirenlerde, bayramda büyüklerini ziyaret küçüklerini sevindirmek gibi bir şey için yer değiştirmiyor. Gurbet dediğimiz yerde ekmek kavgasında.
Seneler , seneler öncesine gittim. Aklıma çocukluğumu hatırlaya bildiğim yıllar geldi. Sanırım yetmişli yıllardı yani ilk yarısı. Işıklar içinde uyusun babam, İzmir’i bilenler bilir İkiçeşmelik Havra sokağında esnaftı. Bayram öncesi esnafı dolaşır, özellikle ayakkabıcı esnafını dolaylı olarak işinden dolayı onlarla daha çok muhataptı. Devir el emeği devriydi imalat elde yapılırdı. Babam da o esnaflardan defolu dediğimiz ama giyilebilir ne kadar ayakkabı varsa toplardı. O zaman evimiz Kadifekale’nin altında Ballıkuyu semtiydi. O zamanları yaşayanlar iyi bilirler semt, mahalle, sokak kavram bambaşka bir olaydı. Babam bizleri de ayırt etmeden hepimize o arasında az da olsa renk farkı olan, dikiş hatası ama gözle çok zor görülebilecek ayakkabıları başta öksüz ve yetimler olmak üzere dağıtırdı. O günleri hayal meyal hatırlıyorum.
Hani şimdi internette duyduğunuz küçük hikâyeler var ya, işte o hikâyelerdeki gibi ayakkabılarıma sarılarak uyurdum. Bayram sabahı giyer, büyüklerimizin ellerini öper topladığımız harçlıklarla bakkaldan şeker, lokum, çikolata alırdık. Gerçi ben Kireçlikaya’da oturduğumuzda çikolatayı pek hatırlamıyorum. Ama iki bisküvi arası lokumu çok severdim. Kireçli kaya’daki evimizde değil de Yeşilyurt’taki evimize taşındığımızda kurban kestiğimizi hatırlardım. Hayat hiçbir zaman herkese adil davranmıyor. Babamın sağlığı bozulunca Bodrum’a taşındık ve benim yeni hayatım yani bayramlarımın bittiği yıllar başladı.
Yepyeni bir hayat, deniz kenarı, turizm yeni canlanıyor. Yeni bir ev, yeni bir mahalle, yeni insanlar, yeni bir dünya ve yaşam. İşte o zaman roman değişti. Yeni bir bölüm dramlar, mutluluklar ve zorluklar ve ekmek kavgası başladı. İlk birkaç yıl hazırla yaşadık. Hepimizin bildiği gibi hazıra dağ dayanmaz. Babamın bulduğu işlerde çalıştığı ancak boğazımıza yetiyordu. Hastalığı nüksettiği zaman İzmir’e doktora giderlerdi annemle. Ben iki kardeşimle evimizde kalırdım. Yemeklerini yapardım, harçlıklarını verir okula gönderirdim. Bu arada ben de okuluma giderdim. Boşta kalabildiğim zamanlarda balık avlar satar ve evi geçindirmeye çalışırdım. 13-14 yaşındaki bir çocuğun omuzlarındaki yük. Ve büyüdükçe turizm sektörü denizcilik filan. Eee bayram geldi, herkes bayrama biz denizde çalışmaya… Haydi, bayram bayram da kime bayram. Birilerine tatil eğlence, birilerine o eğlenenlere hizmet eve ekmek götürme derdi. Babasız annesiz, eve bakmak, abisiz yol göstereni olmayan serseri bir mayın ben.
Şimdi sizler bayram diyorsunuz, ben demiyorum. Sizler tatil diyorsunuz ben demiyorum. İnançların sömürüldüğü, emeğin sömürüldüğü, geleneklerin yok edildiği bir devirde bayram gelmiş benim neyime?
Hayatımın geride kalan altmış yılına baktığımda ne çok şeyin değiştiğini görüyorum. En başta değişen ben, bana bakıyorum. Bu günkü aklım olsaydı dün yaptıklarımı yapmazdım dediğim hiçbir şeyim yok.
Çünkü geçmişte yani dünde yaptıklarım olmasaydı bugün ki ben ben olmazdı.
Hepiniz sağlıcakla kalın, aralarda doldurulacak o kadar yaşanmışlıklar var ki. Yani herkesin hayatı bir roman.
Bayramların hatırladığımız bayramlar tadında olması dileğiyle. Saygılar.